Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? (Sözler sh: 49)
***
Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa'al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. (Şualar sh:109)
***
Birşeyden herşeyi yapmak ve herşeyi birtek şey yapmak, herşeyin Hâlıkına has bir iştir. (Sözler sh: 61)
***
Güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir tohumunda derc etmek (yerleştirmek), büyük bir ağacın sahife-i a'mâlini (amel sayfasını), tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihâzâtını (organlarının özetini) küçücük bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir. (Sözler sh: 66)
***
Evet, kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş (nakışlı), müzeyyen (süslü) bir çiçek ve gayet musannâ (sanatlı ve düzgün) ve murassâ (süslenmiş) bir meyve, elbette gayet san'atperver (sanatsever), mucizekâr (mucizeli) ve hikmettar (hikmetli) bir Sâniin (herşeyi sanatla yaratan ALLAH) mehâsin-i san'atını (sanat güzelliklerini) zîşuura (şuur sahiplerine) okutturan bir ilânnamedir (duyuru yazısıdır). (Sözler sh: 68)
***
Bir elmayı halk edecek (yaratacak), elbette dünyada bütün elmaları halk etmeye (yaratmaya) ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.
Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgâhta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir...
Bugünü halk eden, kıyamet gününü halk edebilir ve baharı icad edecek, haşrin icadına muktedir bir Zat olabilir...
Herşeyi yapamayan hiçbir şeyi yapamaz. Ve birtek şeyi halk eden herşeyi yapabilir. (Sözler sh: 79)
***
Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri (tedbir alıcı, zararları engelleyen) ve şu muntazam memleketin bir mâliki (sahibi), şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna' (sanatlı ve düzgün yapılmış) sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünki anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize meded (yardım) verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz?
***
Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette (tarafta) noksaniyeti (eksikliği) yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu'cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.
***
Şu zîhayatı (hayat sahiplerini) halketmek (yaratmak) ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda (idare elinde) tutmak lâzımgelir.
***
Eğer herşey Kadîr-i Mutlaka (sınırsız sonsuz kudret sahibi Allah) verilmezse, birtek Allah'a mukabil (karşılık), nihayetsiz (sonsuz), belki zerrât‑ı kâinat (kainat zerreleri) adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal (imkansız) içindeki bir muhali (imkansızı) mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına (saçmalığına) düşmek lâzım gelir.
***
Kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen (süzlü) ve gayelerle müsmirdir (faydalıdır) ve mevcudat (varlıklar), zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle (görevlerle)(vazifelidir) ve evâmir-i İlâhiyeye (Allah'ın emirlerine) musahharlardır (boyun eğmişlerdir). muvazzaftır
***
Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam (düzen) zirüzeber (altüst) olur ve insicam (düzgünlük) hercümerce (karmakarışık) düşer. (göklerin) kandillerine kadar, o derece ince bir intizam (düzen) gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke (Allah'a ortak koşmaya) yer bırakılmamış. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvat ) kandillerine kadar, o derece ince bir intizam (düzen) gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke (Allah'a ortak koşmaya) yer bırakılmamış.