UYARICI  
 
  Bilmeyenlere... Önyargılı olanlara... Yanlış Tanıyanlara... 19.05.2025 06:50 (UTC)
   
 



Bediüzzaman Said Nursi

1876 – 1960 yılları arasında yaşamış bir alim bir zat`dır...


Ülkemizde ve ülkemiz dışında milyonlarca insan onun Risale-i Nur isimli tefsirinden istifade etti. O hep nurlar vadisinde gezdi , karanlık vadilerde gezenler, yarasanın ışıktan hoşlanmaması misali bu nurdan rahatsızlık duydu, ama o hiç aldırmadı...
"Elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar"(1)
dedi .ve yoluna devam etti ....
Bediüzzamanin en belirgin vasfı, Kur'an müfessiri olmasıdır. Bu konuda şöyle der:
"Kur'an-ı Hakîm'in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim." (2)
"Derd benimdir, deva Kur'anındır." (3)
Yazmış olduğu Risale-i Nur Kulliyatı ayetlerin ve hadislerin yorumundan ibarettir. Risaleler müstakil bir dava olmayıp, İslam davasının izah ve isbatından ibarettir.
Üstad çağın gerekelrini anlamış ve ona göre hizmetini yapmış islam alimidir ...
Bazıları bu zamanın şartları ile eski zamanın şartlarını birbirinden ayırt edememişler, adeta zamanımıza gelememişlerdir, o bu konuda su veciz ölçüyü koymuş :
"Eski hal muhal…Ya yeni hal veya izmihlal!"(4)
Yani zaman değişmiştir, zamanın çarklarını geriye doğru çeviremeyiz, ya yeni hale uyum sağlanacak veya durum çok vahim olacaktır...
Eski devirlerde bileği kuvvetli olan galip gelirmiş. Ama artık günümüzde bilim ve fen ön plana çıkmış kaliteli aydın bir insan, sıradan binlerce kişiye bedel olabilir. Kim daha ziyade bilim ve fenne dayanırsa o galip gelir.
Yabancılar bununla bize galip geldiler, artık sadece kalbin cesur olması yetmemektedir. Geleceğe yatırım yapılmalı...
Ahirzaman; manen kış mevsimdir, pek çok alim bu kışın şiddetinden feryad eder, ama nedense kıştan sonra gelecek bahara bir hazırlık yapmazlar. Bediüzzaman ise şöyle der;
"Çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir."(5)
Bazı alimler vardir , kendi köşelerinde kalmış ilmini pek başkaları ile payşamamış , Bediüzzaman ise hizmet adamıdır oda şöyle der:
"Bir adamın kıy­meti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek ba­şıyla küçük bir millettir."(6)
Bizler sosyal varlıklarız, hayvan gibi postlarla yaşayamadığımızdan toplum içinde yaşamaya mecburuz. Tabi toplum içinde yaşamanın kolaylıkları olduğu gibi, zorlukları da elbet vardır, insansak eğer kendi çapımızda başkalarını düşünmekle mükellefiz.
Bediüzzaman ise bir alim olarak şöyle der;
"Âlim olan mazur değil­dir."(7) "İlim itibariyle insanlara bir menfaat dokundurmak için şer'an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim." (8)
Bu sözü ile hizmet etmeyi bir görev olarak görür. Arı için bal yapmak ne kadar doğalsa, Bediüzzaman için de Kur'an'a hizmet etmek, insanları aydınlatmaya çalışmak o derece doğaldır. Ama nedense bazıları , Bediüzzaman'a önyargı ile bakmışlar, o ise şöyle cevap vermiş;
"Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok."(9) "Ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış."(10)
Halbuki içimizden birisi olan Bediüzzaman, bir batıl yolu sormuyorum arkadaş arıyorum! der. kendisine mürid değil dava arkadaşı aramıştır hep, çevresindekileri her söylediğini anlamadan, düşünmeden onaylayanlar değil de, araştırmacı olarak yetiştirmek istemiş ve bu konuda şunları söylemiş; Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görü­nür. Yahut bâtılı hak görür.
Evet, kimse demez 'ayranım ekşidir.'
Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zîrâ çok silik söz ticarette geziyor.
Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyo­rum.
Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
"(11)
Bazi (a ve b ) şahıslar kendilerini kusursuz göstermek için nefeslerini sarf ederken, o ise şöyle der;
"Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum."(12)
Eger istese idi dünyada saltanat sürebilirdi, ama o sade bir hayatı tercih etmiş, hediye kabul etmemesi de buna güzel bir örnek.
Aslında hediyeleşmek sünnettir ama bazı durumlarda hediye almamak isabetli olur. Neden hediye almadığı sorusuna su cevabı vermiş;
"Hz. Peygamber zamanında hediye gerçekten hediye idi. Ama günümüzde rüşvet haline geldi." (13)
Almama sebebi ise:
"Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim.
"İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma" dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.
Dedi:
"Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"
Dedim:
Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatimi terk ediyorum. Çünkü dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner.
İşte sana manen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telakki ediyorum. Sen madem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme!
O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi."(14)
Onun bir sefkat insani oldugunu hastalar risalesinde anlamak mümkündür:
"Sizin en ihtiyarınız her ne kadar zahiren benden yaşlı ise de, manen ben onlardan daha ziyade ihtiyarlığımı tahmin ediyorum. Çünki fıtratımda rikkat-ı cinsiye ile acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla çektiğimden, yüzler sene yaşamış gibi ihtiyarım.
Ve siz ne kadar firak (ayrılık) belasını çekmiş iseniz, benim kadar o belaya maruz kalmamışsınız.
Çünkü oğlum yoktur ki yalnız oğlumu düşüneyim. Bendeki fıtrî olan bu ziyade acımaklık ve şefkat, binler Müslüman evlâdlarının, hattâ masum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem, o sırr-ı şefkat ile hissediyordum.
Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki âlem-i İslâmın kıt'asıyla hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum!"(15)

Bir aile reisinin kendi ev ve evladiyla alakadar olması gibi, Bediüzzaman bütün vatan evladını kendi çocukları ve tüm islam düyasını kendi evi olarak kabul etmiş.
1952 de Eşref Edip ile bir roportajında ifade ettigi şu cümleler bize muhim ipuçları sunar
"Bana ıztırap veren, yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir… Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!
Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Bana, 'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum."(16)

Bazıları cihadı savaş olarak görüyor, cihad denildiğinde savaş anlasalar da, cihad savaş demek değildir !cihad cehdetmek gayret göstermek anlamında, Bediüzzaman ülke dahilinde yapılacak cihad ile, dış düşmanlara karşı yapılacak cihadı birbirinden ayırır, dıştan bir ülke saldırdığında silahla karşılık verilir ve savaşılır ama ülke genelinde yapılacak cihad ise manevi bir mücadaledir . Üstad'ın ifadesiyle ise şöyledir:
"Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz...Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir… Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir… Vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır.
Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz."(17)
Yani müsbet hareket bunuda şöyle ifade etmiş:
"Aziz kardeşlerim, Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir."(17)
"Din dahilde menfi bir tarzda istimal edilmez."(18) (Yani din ülke içinde menfi olaylara alet edilemez.)
Burda yapılması gereken insanlara dini meylettirmek, teşvik etmek ve dini görevlerini hatırlatmak yoksa DİNSİZSİNİZ dense onları tecavüze sevkeder.
Din kimsenin tekeli altında değildir, herkesin hak dinden fayda etmesi hem hakkı hem de görevidir, müsbet hareketin bize öğrettigi ise kahrolsun demek yerine bir mum yakmayı öğretir batıllara sövmek yerine ALLAH'ın adını anmayı ders verir.
Müsbet hareketi meşhur bir ornekle aktaralım:
Rüzgar ile Güneş yolda giden bir adamın sırtındaki paltoyu çıkarmak için bahse girmişler, önce rüzgar denemiş gittikce süratini artırarak adamın paltosunu çıkarmaya çalışmış, o şiddetini artırdıkca adam paltosuna daha çok sarılmış. Ardından güneş devreye girmiş hareketini azıcık artırması adamın paltoyu çıkarmasına yetmiş.
İşte müsbet haraket temsildeki güneşin haraketine benzer ilk bakışta ortada bişey yoktur, ama sonuca baktığımızda sonuç muhteşem... İslam'ın güzelliğini en güzel sekilde temsil ve teblig etmek bu layiki ile yapildiginda tipki ustad gibi dunyanin her tarafında nice insanlar gruplar halinde islama koşacaklardır.
Üstad'ın şu cümlesi ise konuyu noktalayalım inşallah:
"Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz… Şimdi ekilen tohumlar, zemininizde çiçek açacak­tır."(19)

Kaynaklar :
1- Kastamonu Lâhikası Tahlil
2- Barla Lâhikası Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü
3- Mektubat Yirmi Sekizinci Mektup, Barla Lâhikası Mahrem Bir Suale Cevaptır, Sikke-i Tasdik-i Gaybi Risale-i Nurdan Parlak Fıkrala
4- Münazarat İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret, Beyanat ve Tenvirler Beyanat ve Tenvirler
5- Mektubat Yirmi Sekizinci MektupBarla Lâhikası Yedinci Risale Olan Yedinci MeseleSikke-i Tasdik-i Gaybi Risale-i Nurdan Parlak FıkralaTarihçe-i Hayat İkinci Kısım : Barla Hayatı
6- İşaratül-İcaz Hurûf-u Mukattat Tarihçe-i Hayat Birinci Kısım : İlk Hayatı
7- Muhakemat Mukaddeme
8- Tarihçe-i Hayat Üçüncü Kısım : Eskişehir HayatBeyanat ve Tenvirler Beyanat ve Tenvirler
9- Mektubat On Altıncı MektupŞualar On Dördüncü ŞuâTarihçe-i Hayat Üçüncü Kısım : Eskişehir Hayat
10- Tarihçe-i Hayat Üçüncü Kısım : Eskişehir Hayat
11- Beyanat ve Tenvirler Beyanat ve TenvirlerMünazarat İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret
12- Sözler Birinci Söz
13- Araştırılıyor..
14- Barla Lâhikası Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü
15- Lemalar Yirmi Altıncı Lem'a
16- Tarihçe-i Hayat Sekizinci Kısım : Isparta Hayatı
17- Hizmet Rehberi Yedinci BölümEmirdağ Lâhikası Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman'ınvefatından önce vermiş olduğu en son derstir
18- Sünuhat Rü'yada Bir HitabeBeyanat ve Tenvirler Beyanat ve Tenvirler
19- Emirdağ Lâhikası Üstadımız Diyor ki Tarihçe-i Hayat Birinci Kısım : İlk HayatıMünazarat İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bugün 9 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol